İman
03.11.2013 23:13
İman sözlükte, "bir kişiyi söylediği sözde tasdik etmek, doğrulamak,
söylediğini kabullenmek, gönül huzuru ile benimsemek, karşısındakine güven
vermek, güvenlikte olmak, şüpheye yer vermeyecek biçimde içten ve
yürekten inanmak" anlamlarına gelir.
Terim olarak ise, Hz. Peygamber'i, Allah Teâlâ'dan getirdiği kesin olarak
bilinen hükümlerde (zarûrât-ı dîniyye) tasdik etmek, onun haber verdiği
şeyleri tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden
inanmak demektir.
Buna göre; imanın hakikati ve özü kalbin tasdikidir.
Kalbin tasdiki imanın değişmeyen aslî unsurudur.
İmanla bilgi arasında çok yakın bir ilişki söz konusudur.
Her inanan kişi, neye inandığını bilir, fakat her bilme inanmayı gerektirmez.
İnanılacak esaslarla ilgili bilgiye iman denilebilmesi için, kişinin
gönlünde ve kalbinde hür iradeye dayalı bir boyun eğişin,
teslimiyetin ve tasdikin bulunması gerekir.
İman edene sevap, etmeyene ceza verilmesinin dayanağı,
kişinin gönülden bağlılığının ve tasdikinin bulunup bulunmamasıdır.
İmanın, bir kalp işi, kalbin tasdiki olduğunu gösteren âyet ve hadislerden
bazıları şunlardır:
"Ey Peygamber, kalpleri iman etmediği halde, ağızlarıyla inandık diyenlerden
ve yahudilerden küfür içinde koşuşanlar seni üzmesin..."
(el-Mâide5/41).
"Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm'a açar..."
(el-En‘âm 6/125).
"Allah cennetlikleri cennete, cehennemlikleri cehenneme koyacak, sonra
da bakın kalbinde hardal tanesi kadar imanı olan birisini bulursanız onu
cehennemden çıkarın diyecektir"
(Buhârî, “Îmân”, 15; Müslim, “Îmân”, 82).
Görüldüğü üzere imanın esası, inanılacak şeyleri kalbin tasdik etmesidir.
Bir kimse diliyle inandığını söylese bile kalbiyle tasdik etmezse mümin
olamaz.
Buna karşılık kalbiyle tasdik edip inandığı halde, dilsizlik gibi bir özrü
sebebiyle inancını diliyle açıklayamayan veya tehdit altında olduğu için
kâfir ve inançsız olduğunu söyleyen kimse de mümin sayılır.
Bunun en belirgin örneği şu olaydır:
Sahâbîlerden Ammâr b. Yâsir, Kureyş müşriklerinin ağır baskılarına ve
ölüm tehditlerine dayanamayarak kalben inanmakla birlikte, diliyle
müslüman olmadığını, Hz. Muhammed'in dininden çıktığını söylemiş, bu
olay hakkında âyet-i kerîme inerek, Ammâr'ın mümin bir kimse olduğu
belirtilmiştir:
"Kalbi imanla dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan kimse hariç,
kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse ve kim kalbini kâfirliğe açarsa,
işte Allah'ın gazabı bunlaradır. Onlar için büyük bir azap vardır"
(en-Nahl :16/106).
İmanın aslî unsuru kalbin tasdiki olmakla birlikte kalpte neyin gizli olduğunu
insanlar bilemediği için, kalpteki inancın dil ile söylenip açığa vurulması,
o kişinin de dünyada bu söz ve ikrarına göre bir işleme tâbi tutulması
gerekmektedir.
Bu sebeple ikrar, yani kalpte bulunan inancın dil ile ifade edilmesi,
imanın bir parçası değil, âdeta onun dünyevî şartıdır.
Kalplerde neyin gizli olduğunu ancak Allah bilir.
Bir kimsenin iman ettiği, ya kendisinin söylemesiyle veya cemaatle namaz
kılmak gibi mümin olduğunu gösteren belli ibadetleri yapmasıyla anlaşılır.
O zaman bu kimse mümin olarak tanınır, müslüman muamelesi görür,
müslüman bir kadınla evlenebilir.
Kestiği hayvanın eti yenir, zekât ve öşür gibi dinî vergilerle yükümlü
tutulur.
Ölünce de cenaze namazı kılınır, müslüman mezarlığına defnedilir.
Eğer bir kimse inancını diliyle ikrar etmezse ona, müslümana özgü
bu tür hükümler uygulanmaz.
İmanda ikrarın çok önemli olduğunu Peygamber Efendimiz şu hadisleriyle
dile getirmişlerdir:
"Kalbinde buğday, arpa ve zerre ölçüsü iman olduğu halde Allah'tan
başka Tanrı yoktur. Muhammed O'nun elçisidir diyen kimse cehennemden
çıkar"
(Buhârî, “Îmân”, 33; Tirmizî, “Cehennem”, 9; İbn Mâce, “Zühd”, 37).
"İnsanlar Allah'tan başka Tanrı yoktur. Muhammed O'nun elçisidir deyinceye
kadar kendileriyle savaşmakla emrolundum. Ne zaman bunu söylerlerse
can ve mal güvenliğine sahip olurlar. Ancak kamu hukuku gereği uygulanan
cezalar bundan müstesnadır. İç yüzlerinin muhasebesi ise Allah'a aittir"
(Buhârî, “Cihâd”, 102; Müslim, “Îmân”, 8; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 104).
Dil ile ikrar bu derece önemli olduğu için genellikle iman,
"Kalp ile tasdik ve dil ile ikrardır" şeklinde tanımlanmıştır.
Fakat imanı bu şekilde tanımlamak, kalbi ile inanmadığı halde inandım
diyenin mümin olmasını gerektirmez.
Bu konuda bir âyet-i kerîmede,
"İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde Allah'a ve âhiret gününe
inandık derler"
(el-Bakara 2/8) buyurulmuştur.
Gönülden inanmadığı halde, diliyle inandığını söyleyen kişi –kalpteki
inanç ve ikrarı bilinemediği için– dünyada müslüman gibi işlem görür. Fakat
imanı bulunmadığı ve münafık olduğu için âhirette kâfir olarak işlem görecek
ve cehennemde ebedî kalacaktır.
Bu bilgilerden de anlaşılacağı gibi kalbin tasdiki, imanın rüknü, olmazsa
olmaz unsuru ve değişmez temelidir. Dilin ikrarı da, bu asıl ve gerçeğin tanınmasını
sağlayan bir şarttır.