İtikadi Fırkalar
03.11.2013 23:12
İslâm tevhid dinidir.
Tevhid, Allah'ı zâtında, sıfatlarında, fiillerinde bir kabul etmek, onu yegâne
tapınılan varlık olarak tanımak demektir.
Bu anlayış ırk, dil, bölge gibi farklılıklara rağmen bütün müslümanları birlik ve
beraberlik içinde tutan bir çatı işlevi de görmektedir. Dinimizde müslümanların
birlik ve bütünlüğünü bozan her türlü sosyal parçalanmalar ve bu
sonuca götüren fikir ayrılıkları yasaklanmıştır.
Şu âyetler bu hususu vurgulamaktadır:
"Hepiniz Allah'ın ipine (dinine, kitabına) sımsıkı sarılın, parçalanıp
ayrılmayın" (Âl-i İmrân 3/103), "Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. Birbirinizle
çekişmeyin, aksi takdirde zaafa düşer, kuvvet ve devletinizi elden ka çırırsınız"
(el-Enfâl 8/46).
Fikir ayrılıkları her ne kadar tabii ve kaçınılmaz ise de, bu serbesti,
müslümanların bölünmesine yol açmama şartı ile sınırlıdır.
Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:
"Siz kendilerine apaçık âyetler ve deliller geldikten sonra parçalanıp
dağılanlar gibi olmayın"
(Âl-i İmrân,3/105).
Âyete göre sosyal anlamdaki parçalanmanın yanı sıra, hakkında
apaçık âyet ve deliller bulunan iman esaslarının, İslâm'ın şartlarının ve farz
veya haram oluşu kesin delille sabit olmuş diğer dinî hükümlerin müslümanlar
arasında çekişme konusu yapılması câiz değildir.
Ancak yoruma müsait olan hususların anlaşılması çerçevesinde farklı ilmî görüşler
ortaya koymak serbesttir.
İşte İslâmî mezhepler bu noktada kullandıkları metot ve anlayış farklılıklarından
doğmuştur. Nitekim fıkhî konularda farklı sonuçlara ulaşmak genellikle müsamaha
ile karşılanmış, rahmet olarak telakki edilmiş
ve hatta Hz. Peygamber tarafından teşvik edilmiştir
(bk. Ebû Dâvûd, “Akzıye”, 11; Müsned, V, 230, 236).
Bilindiği gibi Hz. Peygamber'in vefatından sonra Müslümanlar arasında
ortaya çıkan ihtilafların bir kısmı siyasî bir kısmı da fikrî sebeplere dayanıyordu.
Ancak siyasî nitelikli ihtilâflar da zamanla fikrî ve dinî şekillere bürünmüş
ve akaid sahasını ilgilendiren meseleler arasına girmiştir. Böylece
daha ilk dönemlerde Hâricîlik ve Şia gibi siyasî-itikadî mezhepler ile
Mu’tezile ve Mürcie gibi çeşitli itikadî mezhepler ortaya çıkmıştır.
İtikadî alanda ortaya çıkan mezhepler daha çok tevhid, kader, iman-amel ilişkisi
gibi temel konular çerçevesinde Allah’ın sıfatları, müteşâbih ayetlerin anlaşılması,
ru’yetullah, Allah’ın irâdesi, amelin imandan bir cüz olup-olmaması
gibi konularda farklı görüşler ileri sürmüştür.
Hz. Peygamber bir hadislerinde yahudilerin yetmiş bir, hıristiyanların
yetmiş iki fırkaya ayrıldığını, kendi ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını,
bunlardan birinin kurtuluşta, diğerlerinin ateşte olacağını belirtmiş,
kurtuluşa erenlerin kimler olacağı sorusuna
"Benim ve ashabımın yolunuizleyenler"
(Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 1; İbn Mâce, “Fiten”, 17) cevabını vermiştir.
Hadiste bir isimlendirmeden ve belirlemeden ziyade müslümanların
ayrılık ve çekişmeye düşmesi halinde bundan herkesin zarar göreceğine
işaret vardır. Ancak hadiste geçen "kurtuluşa erenler" ve "ateşte olanlar"
ayırımı göz önünde bulundurularak bütün mezhepler kendilerinin ‘kurtuluşa
eren grup’ yani ‘fırka-i nâciye’ olduğunu iddia etmiştir.
Kur’an’da “Her fırka kendi görüşünden memnuniyet duymaktadır”
(Mü’minun, 23/53; Rûm, 30/35)
şeklinde de anlamlandırılan ayetlerin işaret ettiği olgu çerçevesinde
her grup kendini doğru yolda görerek ‘hak ehli’ olarak nitelendirmiş,
muhaliflerinin ise sonradan ortaya çıkan bid’at grupları olduğunu savunmuştur.
Bu çerçevede Ehl-i sünnet alimleri de mezhepleri Ehl-i sünnet ve Ehl-i bid‘at
olmak üzere ikiye ayırarak incelemiştir.
Ehl-i sünnet dinî literatürde, dini anlama ve yaşamada Allah'ın kitabını ve
Hz. Muhammed'in sünnetini rehber edinen ve sahâbenin yolunu izleyen ümmet
çoğunluğu anlamında kullanılan bir terim olmuştur.
Bu grup mensupları sünnete bağlı oldukları ve cemaat ruhundan ayrılmadıkları
düşüncesiyle kendilerini "Ehl-i sünnet ve'l-cemâat" adıyla da anmış,
"ehl-i hak" terimini de çoğunlukla Ehl-i sünnet anlamına kullanmıştır.
Erken dönem hadis kaynaklarında Ehl-i sünnet tabiri görülmemekle birlikte
sünnet ve cemaat kelimelerine rastlanmaktadır. Ehl-i sünnet de, hadiste geçen
"kurtuluşa erenler" ifadesinden hareketle kendisini "fırka-i nâciye”
olarak nitelendirmiştir.
Ehl-i sünnet, Allah'ın zâtı, sıfatları, âlemin yaratılışı, kader, peygamberlik,
mûcize ve keramet, şefaat, haşir ve âhiret gibi İslâm akaidinin temel
konularında fikir birliği içinde olmakla beraber, bu konuların detaylarında,
izah ve yorumlanmasında farklı görüşlere de sahip olmuş, bu sebeple kendi
arasında Mâtürîdiyye ve Eş‘ariyye olmak üzere ayrılmıştır.
Ehl-i sünnet'in üç mezhebi arasındaki görüş ayrılıkları Ehl-i sünnet'in temel
prensiplerini oluşturan çerçeveyi ihlâl etmeyen sınırlar içinde kalmıştır.
Bugün dünya müslümanlarının % 90'dan fazlası Ehl-i sünnet anlayışına bağlıdır.
Ehl-i bid‘at kelimesi, sözlükte "dinle ilgili yeni görüş ve davranışları benimseyenler"
anlamına gelirken, Ehl-i sünnet alimlerince dinî literatürde,
akaid sahasında Hz. Peygamber'in ve ashabının sünnetini terkederek, onların
izledikleri yoldan ayrılan, İslâm ümmetinin çoğunluğunu yani ana gövdesini
oluşturan Ehl-i sünnet'e muhalefet eden mezhep ve gruplar anlamında
kullanılmıştır.
Ehl-i sünnet alimleri Galiyye, Bâtıniyye gibi mezheplerin
bir kısmını, görüşleri itibariyle İslâm ve iman çerçevesinin dışında gördükleri
için; Hâriciye, Mu‘tezile ve Şîa gibi diğer bir kısmını da İslâm dairesi içinde
ve İslâm ümmetine mensup yani ehl-i kıbleden görmekle birlikte sünnete ve
çoğunluğun genel kabul ve çizgisine aykırı bir yol izlemeleri sebebiyle eleştirmişlerdir.
Bir kısım itikadî görüş ve mezheplerin tarihte kalması ve zamanla mezhep
kimliğinin zayıflaması sebebiyle günümüzde İslâm dünyası Ehl-i sünnet
(Sünnî) ve Şîa (Şiî) şeklinde iki ana grupta algılanmakta ise de tarihte ortaya
çıkan başlıca mezhepler şu şekilde sıralanabilir.