Küfür ve Şirk

03.11.2013 23:20

 

KÜFÜR

 
Küfür kelime olarak "örtmek" demektir.
Dinî literatürde ise Hz. Peygamber'i Allah'tan getirdiği şeylerde
yalanlayıp, onun getirdiği kesinlikle sabit dinî esaslardan bir veya
birkaçını inkâr etmek anlamına gelir.
 
Sözlükte "ortak kabul etmek" anlamına gelen şirk, terim olarak Allah
Teâlâ'nın tanrılığında, isim, sıfat ve fiillerinde, eşi, dengi ve ortağı
bulunduğunu kabul etmek demektir.
 
Müşrikler Allah'ın varlığını inkâr etmezler.
 
O'ndan başka ilâh olduğunu kabul edip, onlara da taparlar veya isimleri,
sıfatları, irade ve otorite sahibi olması açısından Allah'a eş değer
güç ve varlıklar tanırlar.
 
Şirk ile küfür birbirine yakın iki kavramdır.
Aralarındaki fark, küfrün daha genel, şirkin ise daha özel olmasıdır.
 
Bu anlamda her şirk küfürdür, fakat her küfür şirk değildir.
Her müşrik kâfirdir, fakat her kâfir müşrik değildir.
 
Çünkü şirk sadece Allah'a, zât, isim ve sıfatlarına ortak tanıma sonucu
meydana gelir.
Küfür ise, küfür olduğu bilinen birtakım inançlarınkabulü ile gerçekleşir.
Küfür olan inançlardan biri de Allah'a ortak tanımadır.
 
Meselâ Mecûsîlik'te olduğu gibi iki tanrının varlığını kabul etmek şirk
olduğu gibi aynı zamanda küfürdür.
Halbuki âhiret gününe inanmamak küfürdür, ama şirk değildir.
 
Allah'a şirk koşmak günahların en büyüğüdür.
Şirk dışındaki günahları, Allah'ın dilediği kimse için bağışlayacağı
bir âyette şöyle ifade edilir:
"Allah kendine ortak koşulmasını asla bağışlamaz.
Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar.
Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır"
(en-Nisâ 4/116).
 
Kur'an'a göre, göklerde ve yerde hâkimiyetin yegâne sahibi Allah'tır.
Yaratma O'na mahsustur.
Her şey O'na –istese de istemese de– boyun eğmiştir.
Her şeyde O'nun hükmü geçerlidir.
Yaratma ve hükümranlıkta hiç kimse O'na ortak olamaz.
 

İMAN ile KÜFÜR ARASINDAKİ SINIR

İman, Hz. Peygamber'in getirdiklerinin hepsini tasdik, küfür de inkâr
etmektir.
Buna göre, iman ile küfrü belirleyen başlıca ayıraç kalbin tasdikidir.
Ancak kalbin tasdiki, insanlar tarafından bilinemediğinden, ikrar ve
ikrarı gösteren dinî görevleri yerine getirmek, yani amel, kalpteki imanın
varlığının göstergesi olarak kabul edilmiştir.
 
Küfrün en belirgin alâmeti, dinin temel esaslarından birini
veya tamamını reddetmek yahut onları beğenmemek,
önemsememek ve değersiz saymaktır.
 
Müslüman olduğunu söyleyen bir kimsenin, bu dünyada mümin kabul
edilmesi ve İslâm toplumundan dışlanmaması gerekir.
Çünkü dünyada dış görünüşe ve ikrara göre işlem yapılır.
İçten inanıp inanmadığını tesbit ise Allah'a mahsus ve âhirete ilişkin
bir meseledir:
“...Size selâm verene dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek,
sen mümin değilsin demeyin...”
(en-Nisâ 4/94) buyurularak buna işaret edilir.
Hz. Peygamber de imanda ikrarın önemini vurgulamak ve
kelime-i tevhidi söyleyenin, müslüman kabul edilmesi gereğine
işaret etmek için şöyle buyurmuştur:
"İnsanlar Allah'tan başka İlah yoktur, Muhammed O'nun
elçisidir deyinceye kadar kendileriyle savaşmakla emrolundum.
Ne zaman bunu söylerlerse, can ve mal güvenliğine
sahip olmuş olurlar..."
(Buhârî, “Cihâd”, 102; Müslim, “Îmân”, 8; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 104).
 
Bu sebeple imanını diliyle ikrar ettiği veya davranışlarına
yansıttığı sürece herkesin İslâm toplumunun tabii bir üyesi olarak
görülmesi, can ve mal güvenliğine sahip olması, dünyevî-dinî ahkâm,
sosyal ve beşerî ilişkiler bakımından da müslümanın sahip olduğu bütün s
tatü,hak ve sorumluluklara muhatap olması gerekir.
 

TEKFİR

 
Tekfir, müslüman olduğu bilinen bir kişiyi, inkâr özelliği taşıyan inanç,
söz veya davranışından ötürü kâfir saymak demektir.
 
İrtidad ise müslümanın dinden çıkması anlamına gelir.
Dinden çıkana mürted denilir.
 
Bu itibarla tekfir bir şahsın başkaları tarafından küfrüne hükmedilmesi,
irtidad ise kişinin kendi irade ve ifadesiyle İslâm'dan ayrılması ve hukuk
düzeni tarafından da mürted sayılması demektir.
 
Bir müslümanın kâfir olduğuna hükmedilmesi onu pek ağır dünyevî
sonuçlara, müeyyide ve mahrumiyetlere mahkûm etmek anlamına
geldiğinden, tekfir konusunda çok titiz davranmak gerektiği açıktır.
 
Bu, bireysel bir isnat ve iddia anlamındaki tekfir için de toplumsal
bir yargı anlamındaki
irtidad için de böyledir.
Gelişigüzel tekfir iddialarına dayanılarak irtidad hükümleri
uygulanamaz.
 
İslâm kültüründeki tekfir ve irtidad kavramları,
din ve vicdan hürriyetinin sınırlandırılması ve tehdit altında
tutulması değil, toplumun ortak değerlerine ve dinî inançlarına
karşı alenî saygısızlık ve saldırganlığı önleme, toplumda gerekli
olan huzur ve sükûnu güvence altına alma, nesilleri inkârcılığın
olumsuz etkilerinden koruma, tekfir edilen şahsa gerekli yaptırımların
uygulanmasıyla da kamu vicdanı açısından adaleti gerçekleştirme gibi
gayelere mâtuf bir tedbir ve toplumsal sağduyu refleksi niteliğindedir.
 
Yersiz yapılan tekfir, fert açısından ağır sonuçlar doğurmasının yanında
toplum hayatında kapatılamayacak yaraların açılmasına, birlik ve
bütünlüğün zedelenmesine ve parçalanmaya sebep olur.
 
Çünkü bu durumdaki bir kimse, gerçek durumunu Allah bilmekle birlikte,
toplumda müslüman muamelesi görmez, selâmı alınmaz,
kendisine selâm verilmez, kestikleri yenilmez.
Müslüman bir kadınla evlenmesine müsaade edilmez.
Öldüğünde cenazenamazı kılınmaz.
Müslüman kabristanına gömülmez.
 
Tekfir bu denli ağır sonuçlar doğurduğu içindir ki, Hz. Peygamber
Medine toplumunda, münafıkların varlığını bildiği halde onları
küfürle itham etmemiş, temelleri hoşgörüye bağlı bir İslâmlaştırma
siyaseti izlemiş, pek çok hadiste de "Ben müslümanım" diyeni küfürle
suçlamaktan sakınmayı tavsiye etmiştir.
 
Bir hadiste "Kim bir insanı kâfir diye çağırırsa, yahut öyle olmadığı
halde ey Allah düşmanı derse söylediği söz kendisine döner"
(Buhârî, “Ferâiz”, 29; Müslim, “Îmân”, 27)
buyurulurken, bir başka hadiste de şöyle denilmiştir:
"Bir insan müslüman kardeşine ey kâfir diye hitap ettiği zaman,
ikisinden biri bu sözü üzerine almış olur. Şayet söylediği gibi ise
küfür onda kalır, değilse söyleyene döner"
(Buhârî, “Edeb”, 73; Müslim, “Îmân”, 26).
 
Hadislerden de anlaşılacağı gibi bir kimseyi küfürle itham ederken göz
önünde bulundurulması gereken husus, o kimsenin küfür olan bir inancı
gönülden benimsediğinin iyi tesbit edilmesidir.
Muhatap küfrü açıkça benimsemiyorsa, onun inanç, söz veya
davranışı ile küfre girdiğini söyleme konusunda temkinli olmak
gerekir.
 
Hz. Peygamber'in anılan tavsiyelerini göz önünde bulunduran
bilginler "ehl-i kıbleden olup da günah işlemiş bulunan bir kimseyi
bundan dolayı tekfir etmemeyi" Ehl-i sünnet'in temel prensipleri
arasında zikretmişlerdir.